top of page

ŞİİRLERİMDEN

1. Başlık

...Bir Seni Sevdim.

………BİR SENİ SEVDİM

 

Azınlık kaldım ülkemde sevdim de dağlarımı

Onurlu yoksulluğun küçük adalarını sevdim

Bulutunu seçemeyen yağmuru

Yere düşerken tedirgin toprağı sevdim

Kel kafa, ak bıyık, gözlük yorgunu

Beşinci mevsimde sevda yağmuru.

 

Seni kurda kuşa teslim türkülerde sevdim

Mavi masalların geçtiği yerdeydim

Sen yoktun, eksikti yarım?

Hangi ton mavinin içindeydin

Çiçek mi,  insan mı,  sevda kuşu mu

Hangi biçimdeydin

Nasıl  çıkardın sokağa

Ağaç, sığırcık, kaldırım yosması

Erguvan çiçeği?Hangi biçimde

Nereye gizlenirdin,karanlığa mı?

Söyle gece öten kuşlar aşkına söyle

Beni mahzun, beni yalnız bırakma böyle.

 

Karanlığın yüreğinin attığı yeri bulup

Karanlığın yüreğini vurup

Kim dönebilir ki geri benden başka

Sabah kanatlı kuşların

Ve dahi ışıkların

Kıskandığı noktalarken gözlerin

Yakardın yalnızlığımı

Ardından oturur ağlardın,

Yaktığın yalnızlığıma tutulmuştun sen

Yalnızlık bulaşıyordu bakana.

 

Ve sonra sokaklar çağırdı bizi

Düşlerimiz düşüncelerimiz indi

İndi yürüdü sokağa

Karanlıkta parlayan kar taneleri gibi

Ak ve berrak kayarak

Önümüzde yalımlanarak.

 

 

Günahları bağışlanmıştı yüzümüzün

Güneşin gülüşlerimizi ışıttığı

Gamzelerinden sevgi damlayan yüzümüzün.

Oysa ben ikinizi  sevdim

Bir yurdumu sevdim bir seni sevdim.

   Hürdoğan Aydoğdu

MAVİ ATEŞ

Karanlığın ışık içindeki hoşnutsuzluğunda

Parla mavi ateş parla

Kokmuşlar çürümüşler üstünde parla

Görüp tanıyalım onları

Unutma nefes kesen düşlere kapılmışları

Üzüntümüze dar gelen kentleri unutma

Aydınlığın karanlığa kurduğu tuzaktır insan

Aklıyla aydınlatır karanlıkları.

                            Hürdoğan Aydoğdu

Eski Okulum

 

ESKİ OKULUM

 

Rüzgara havale ettim seni

Yıkık duvarlarından nefes alan eski okulum

Fısıldıyorsun hala:” Hiçbir şey yok toprağın altında

her şey burada.”

Yerde kerpiçlerin tane tane

Yıkılmış bahçenin çitleri

Isırganlar, ebegümeci, devedikenleri

Rüzgara şarkı söylemekte şimdi

Tavuklar eşelenip yumurtluyor

Çocukluğumun seksek oynadığı yerde.

 

Nasıl ağlamıştım nasıl

Kalemim düşüpte kaybolunca

Seyrek döşeme tahtalarında

Hala o acıyı duyuyor

Yaşıyorum sana bakınca.

 

Poyraz estiğinde üşüyor musun?

Kar yağınca sobayı

Çamurlu çocuk ayaklarını

Morarmış elleri özlüyor musun?

 

Nice korkuyu yendim seninle

Zorlukları aştım,

Kitaplarınla dünyayı dolaştım.

Kavradım soyutu, somutu duyumsadım

Değişti sayende bakışlarım

Gerçekleri kavradım.

 

Sana bakmak, kucaklamanın zevki eski dostları

Takılmak bilgi gemisinin anaforuna.

 

Ama kimse kalmamış, çekip gitmiş arkadaşlar

Dünyaya dağılmışlar.

Haberlerim vardı onlara,

Dostluklarınca sıcak.

Yaz dağlarının çocuklarına

Ayakları toz, elleri  güneş

Kelimeleri kanatlı yoldaşlara.

 

Gizemli bahçelerde açan

Masal gülü kitapların ne oldu?

Aydınlığa uzanan esintiler kaynağı

Karatahtanda kurtlar mı konaklıyor artık?

 

Yanıtı sendin sorularımın.

         Hürdoğan Aydoğdu

DİLİMİ SEVİYORUM

 

İÇİMİ YIKADIM

 

Sabah kalkınca içimi, yüzümü Türkçe ile yıkadım

Babam bana Kürtçe küfür etti

Sonra dışarıdan Arapça bir yakarış sesi geldi

Çıkınca sokağa İngilizce levhaları okudum

Güzel bir kıza İtalyanca söyledim sevdiğimi

Havalı bir kadınla Fransızca  selamlaştım

Hintçe   bir sokak köpeğinin başını okşadım

İspanyolca Lorka ile  sohbeti özlerken

Hititçe  ölmeyi diledim derken

Vietnamca bir napalm parçaladı bedenimi

İnsanca ölürken buldum kendimi

Sadece ve sadece insandım yani.

                           Hürdoğan Aydoğdu

 

                       Kasım 2019  Anıttepe Ankara

#YAŞLANMAK
 

YAŞLANMAK GÜZELDİR

 

Ölüm Allah’ın emri de yaşlanmak ta mı?

Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı diye devam eden içli türküleri dinlediğim günlerden, ölüm Allah’ın emri ihtiyarlık olmasaydı diyeceğim günlere geleceğimi düşünmüş müydüm bundan otuz sene önce?  Ailenin büyükleri, geçmiş dönem anılarını bundan on sene, yirmi sene, otuz sene önce diye başlayan sözlerle anlatmaya başladıklarında o on seneler, yirmi seneler, otuz seneler ne de büyük görünürdü gözüme. Oysa bugün bazen küçük bir kelime oyunun, bir eşyanın, bir şarkının ya da bir kokunun attığı çağrışım oku, on sene, yirmi sene, otuz sene öncesindeki bir anı vurduğunda zamanın insanın avuçlarında tutmaya çalıştığı su gibi akıp gittiğini anlayıveriyor insan.

Tansiyon ilacını, şeker ilacını,romatizma ilaçlarını aksatmayan, yarın için, öbür gün için, bu sene için ve seneler sonrası için hazırlık yapan hayata sımsıkı bağlı ihtiyar insanları seviyorum. Öyle ki ömrün yüzde doksanlık bölümünü büyük bir ihtimalle doldurmakla birlikte vadenin sona erme süresinin çok daha uzakta olduğunu varsayarak yaşayışları göz ardı ettiğimiz bir gerçeği haber veriyor. Evet, insan eninde sonunda öleceğini biliyor ama kaç yaşında olursa olsun o kaçınılmaz sonun çok ama çok uzun yıllar sonra kendisini bulacağını zannederek yaşıyor. Yine evet ölüm bir gün gelecek bizi alacak ama daha çok var düşüncesi bir an olsun yakamızı bırakmıyor.

Her canlı kendisine biçilen sürenin çocukluğunu, gençliğini, yaşlılığını yaşıyor. Kim bilir gençlik döneminde daha önünde uzun yıllar olduğunu düşünen insanoğlu gibi, belki de yumurta evresinden çıkmış tırtıla, kelebeğe dönüşeceği günlere çok uzun bir zaman varmış gibi geliyor. Biz insanoğulları tarihin belki en büyük belki de en anlamsız buluşu olan takvimi icat etmiş olduğumuzdan ve her işimizi matematiksel hesaplara göre ayarladığımızdan geçen günler ve geride kalan yılların sayısı ister istemez acı veriyor.

Evet, hayat geçiyor. Yaşamımız bir gün son bulacak ama şu ihtiyarlık! Kabul etmek lazım ki ayrı bir güzelliktir ihtiyarlık. Akıl büyür, tecrübe artar, sakin, soğukkanlı bakmayı öğreniştir,  hayata. Hani diyor ki insan ihtiyarlık  da beklenen son gibi kaçınılmaz ama hiç değilse böyle olmasa. Bu deformasyon, bu erozyon, bu çöküş yaşanmasa! Yılları devirdikten sonra bile fiziksel aktivitelerimiz kaybolmasa, saçlara aklar düşmese, eller yüzler kırışmasa, kemikler eskimese! Elden ne gelir ki böyle olmuyor.  Zaman, bir noktadan  sonra yaşayışı geri çeviriyor. Yedi çarpı yirmi dört saat çalışan beden en üst performansına ulaştıktan son her gün bir önceki günden biraz daha az çalışmaya başlıyor. Yeni hücreler daha az üretiliyor. Gençlikte aklı başından alan hormonların seviyesi her an biraz daha düşüyor. Şakaklara yağan kar, gözler altındaki mor halkalarla aşılan yolun yarısı fabrikanın üretimi durduracağı anı haber veriyor.

İnsanoğlu var olduğu günden bu yana doğum, yaşam ve ölüm üzerine kafa yoruyor. Oysa o kaçınılmaz gün geldikten sonra açılacak kapının ardında yepyeni bir hayat başlıyor mu?  acaba sorusu beyni kemirmeye başlıyor. Duygular,  olmasını isterken, mantık olamayacağını bağırıyor. Zamanın, günlerin, yılların ve insan icadı takvimlerin olmadığı, kiminin sonsuz huzur kiminin büyük pişmanlıklar duyacağı bir yaşamın olduğuna inanıyor kimisi. Bu dünyada uğradığı haksızlıkların  hesabının sorulacağını düşünerek kendisini avunup rahatlıyor. İçinden gelip te yapamadıklarını,  orada  yapabileceğini sandığı bir  yer  düşlemi içinde  rahatlıyor. Ölümü daha rahat kabulleniyor böylece,  belki de  özlüyor. Cennet bu dünyada mutlu olmayanların mutluluk hayalidir.Yarattıklarımızdan birisidir. Yarattığımız  şeylerden birisi olan zamanında tutsağıyız ve belki ölüm bu tutsaklıktan bir kurtuluştur.

O kaçınılmaz an, her an biraz daha yaklaşıyor. Doğduğumuzdan itibaren giderek yaklaştığımız, varmak zorunda olduğumuz bir hedef ölüm.O halde  en güzel şekilde yaşamaya bakmalıyız, çocuklukta, gençlikte, yaşlılıkta…

 

 

 

ÖLÜMÜ DURDUR TANRIM

 

Beni arıyor ölüm durdurun şunu

Hırpani hırtı pırtı bir giysi

Kılığı Amerikan serserisi

Az önce eroin şırıngası elindeydi

Tiner kokuyor nefesi

Saçı sakalı kara kapkara uzun ve karışık

Açtığı yaralardan yangınlar akıyor

Aldığının ardından dökülen gözyaşlarının

Görünmüyor ucu , o buna zevkle bakıyor

 

Durdurun şunu, yapacak işlerim var

Ey ölümlülerin tanrısı, söyle

Söyle şu sefil kuluna dursun

Bir an, bir saat , bir gün, bir vakit dursun

Dünya çiçek böcek kuş insan, bitki

Bir süre ölümsüz olsun

Körelt, kır parçala tırpanını ne olursun

 

Yaşayacak günleri var canlıların

Çocuklar ağlamadan büyüsün

Ak düşsün saçlarına

Erkek ve kadın, ve damat, ve gelin ,çifçi

Anne baba, kaynana ,kayınbaba  işçi

Bırak ne istiyorlarsa o olsun hepsi

Torunlarına anlatacak güzel anılar biriksin belleklerinde

Şerefine kadeh kaldırsınlar şenliklerde

Adaklar , rakslar eşliğinde

Pembe elmacık kemiğinin,  kara kaşın

Şiiri olsun yaşamları

Ölümü kendileri çağırsın.

                         HÜRDOĞAN AYDOĞDU

DAYANMAK LAZIM

 

“Dayan dizlerim dayan”

Dayan sözüm,  sazım, özüm

Dayan iki gözüm

Umuttur şafaktan doğan

Güneştir, aydınlıktır.

 

Dayan dilim dişim

Dayan ekmeğim aşım

Dayan emeğim işim

Umuttur şafaktan doğan

Şafak yakındır.

 

Dayan bileğim döşüm

Dayan bacım kardeşim

Dayan hayalim düşüm

Umuttur şafaktan doğan

Yönümüz aydınlıktır.

                         6 Mart ‘023

KİMLİKSİZ DÜŞLER

 

Ey çocuk!

Kimliksiz düşler görürsün

Bir savaş arığı çocukluğunda

Her çocuk kadar hakkındır  senin de

Gökyüzünün maviliğine

Gülümseyerek bakmak

Analı babalı kimlikli olmak

Amerikalı çocuk kadar.

 

Hiroşimalıların torunları

Vietnam, Suriye, Libyanın çocukları

Endonezyanın Suudi artığı kızları

Mutlu bakmalı,

Aynı gökyüzü mavisine

Alman çocuğu kadar.

 

Afrikalı aç çocukların

Mezarlarında çiçekler açar

Ölür onları doğuranlar

Kuzeyi doyurmaktan

Kara gözleri göremeden

Mavideki güzelliği

Kaderleri değildir zamansız ölüm

Onlar da güzel bakmalı maviye

İngiliz çocuğu kadar.

                      Eylül 2023

                Hürdoğan Aydoğdu

İLKYAZ TELAŞI
 

 

Bir ilkyaz telaşıyla seviyordum onu

Gözlerinin belasına vurgundum

Kurtulamıyordum

Saraçoğlu’nda  erguvan çiçekleri

Aşk damıtıyordu

Her nedense öksüz doğmuş bir aşktı benimki

Zindan karası bir sevda

Gene de masum sevgimin dalgalarında

Onun yüzü geziyordu

Ve bir şairin düşlerinde

Yelken açıyordu rüzgarlara

Denizin üstünde mavi bir gece kımıldıyordu.

 

Öfkeli bir yangındı Ankara ufukları

İhanet, inançsızlık ve günahın çekimi ondaydı

Sevgimi vereyim rüşvet olarak dedim

Maddi cisimlere ruh,

Manevi şeylere cisim

Hayır dedi, kanımın kırmızısıydı

Oysa alyuvarlarımda.

             Hürdoğan Aydoğdu

IMG_20230927_152329.jpg

10EKİM ANKARA GAR KATLİAMINA AĞIT
 

BARIŞI  KATLETTİLER

                           Ankara Gar katliamında yitirdiklrimize.

Türkülerin büyülü anlamlarından bir yatağa gömün beni.

Bakın gözlerimdeki umut ışığına

İzin verin ey yoldaşlarım gözyaşınıza

Güneşin taç yaprakları gibi kaldırın başınızı sonra

Tutun nefeslerinizi, kulak verin

Barışın ak kanatlarının sesine.

Bakın, parçalanmış bedenimden yükselen ışığın içine.

 

Veda etmek için gelin, anamın oğulları

Babamın kızları gelin!

Gülmeyen dudaklarınız öpsün alnımı

Gözkapaklarınız dudağımı.

 

Çocukları yaklaştırın yanıma

Gülden parmaklarıyla dokunsunlar yaralarıma.

İhtiyarları getirin başucuma ihtiyarları,

Buruşuk elleriyle merhem çalsınlar.

 

Anaları yaklaştırın yanıma anaları

Her ölende çocuğunu gören kadınları

 

Bırakın genç kızları yanıma gelsinler

Bakıp gözlerime sevgililerini görsünler

 

 Yollar kapansın isyandan, makineler dursun

Toprağımda sadece barış büyüsün

 

Son nefesimde herkese ebedi kardeşliğimden vereyim

Barışı onlara emanet edip huzurla öleyim.

 

Ağıtlar yakmayın ardımdan ne olur

Gençlik, güzellik şarkıları düzün

Ve onların yanıma gelmesi için

Türküden mezarımı geniş kazın

 

Bir avuç yumuşak toprak, bir avuç umut

Tohumuyla örtün çıplak bedenimi

Dağılın ülkemin her yerine, kiraz çiçeklerinin

Sessiz ve hüzünlü kopuşu gibi.

  

                              10 Ekim 2015 Ankara   Hürdoğan Aydoğdu

KİM BİLİR .

 

Yüreğinizi kanatır birisi bazen, geçer dersiniz.

Yaşam sebebiniz, pencereniz

Yurtsuz  rüzgâr ,

Buharı tüten sıcacık  çorba,

Eski bir köy okulu ,

Postacının elinize tutuşturduğu mektup ,

Kırk yıl sonra rastladığınız gençlik aşkınız .

Kayada yetişip açan menekşe,

Asırlık çınarın yapraklarındaki neşe,

Unutma ki umuttur o.

 

Ağzı kulaklarında mutlu,

Bisikleti tek tekerlek üzerinde süren asi çocuk ,

Islak saçlarını ikiye ayırmış ,

Topuklarını inadına tıkırdatan

Esmer güzeli kadın .

Kim bilir kime sevdalı ?

Nasıl da yakıştırmış sarıyı, karaya.

Gelir yüreğinize oturur firari bakışı .

Kirpiği bela,gözleri sır...

Geçer dersiniz ya,

Unutma ki umuttur o .

 

Hangi gönülde yeşerir  umutlarımız

Hangisinde solar, bilir misiniz?

 

                         Hürdoğan Aydoğdu

  • Whatsapp
  • Black Facebook Icon
  • Black Twitter Icon
  • Black Pinterest Icon
  • Black Flickr Icon
  • Black Instagram Icon

© 2023 by The Mountain Man. Proudly created with Wix.com

bottom of page